Ağız Ülserlerinin Değerlendirilmesi

Genel Bakış

Özet

Ağız mukozasında meydana gelen ülserler toplumda oldukça sık karşılaşılan durumlardır, ancak bu lezyonların büyük bir kısmı genellikle basit bir yanak ısırma sonucu oluşması gibi geçici nedenlere bağlıdır ve herhangi bir spesifik müdahale olmaksızın kendiliğinden iyileşme eğilimi göstermektedir. Bununla birlikte, başlangıçta tek bir ağız mukozası ülseri şeklinde ortaya çıkabilen ve ciddi bir tehdit potansiyeli taşıyan ağız kanseri gibi durumlar da dahil olmak üzere, bazı kalıcı veya yıkıcı ülserler mutlaka tıbbi veya diş hekimi müdahalesini gerektirmektedir. Aksi takdirde sağlıklı bireylerde gözlemlenen daha yaygın ağız ülserlerinin tanısı genellikle hastanın tıbbi geçmişi ve detaylı klinik muayenesi ile kolaylıkla konulabilirken, HIV enfeksiyonu, kemoterapi veya yetersiz beslenme gibi nedenlerle bağışıklık fonksiyonu bozulmuş olan hastalar, kapsamlı bir değerlendirme gerektiren daha şiddetli, yaygın veya atipik lezyonlarla başvurabilmektedirler. Bir ağız ülseri veya ülserasyonu, epitelyal tabakanın tam olarak kaybı ve buna bağlı olarak alttaki bağ dokusunun değişken derecelerde hasar görmesiyle karakterize edilerek kraterimsi bir görünümle sonuçlanmakta ve iki hafta içinde iyileşme göstermeyen lezyonlar kronik olarak değerlendirilmelidir.

Tanı

Ağız ülserlerinin tanı süreci, öncelikle hastanın kapsamlı bir tıbbi geçmişinin alınması ve ayrıntılı bir fizik muayene yapılması ile başlamaktadır, zira aksi takdirde sağlıklı bir bireydeki yaygın ülserlerin etiyolojisi çoğunlukla bu adımlarla belirlenebilmektedir. Tanısal değerlendirmede ülserin süresi, lezyonun morfolojik özellikleri ve hastanın sistemik semptomları büyük önem taşımakta, özellikle iki haftayı aşan veya malignite şüphesi uyandıran tüm lezyonlar için ileri değerlendirme zorunluluğu doğmaktadır. Bağışıklık sistemi bozulmuş hastalarda atipik sunumlar görülebildiği için ek olarak hematinik taramalar (demir, folat, B12), karaciğer fonksiyon testleri, eritrosit sedimentasyon hızı gibi laboratuvar testleri ve enfeksiyon veya sistemik hastalık şüphesi durumunda mikrobiyolojik veya serolojik testler yönlendirici olmaktadır. Görüntüleme yöntemleri ise, lezyonun komşu kemik veya sinüs yapılarına tutulumunu değerlendirmek amacıyla gerekli görülebilmektedir.

Tedavi

Ağız ülserlerinin tedavisi, büyük ölçüde altta yatan nedene göre farklılık göstermektedir; zira travmatik veya tekrarlayan aftöz stomatit gibi yaygın ülserlerin çoğu herhangi bir spesifik tedavi olmaksızın kendiliğinden düzelme eğilimi sergilemektedir. Eğer lezyonun nedeni kontak stomatit gibi alerjik bir reaksiyon ise, ülseratif lezyonların tamamen çözülmesi için sorumlu ajanın ortamdan derhal uzaklaştırılması esastır. Beslenme yetersizliklerine bağlı olarak gelişen ülserasyonlarda, özellikle B12 eksikliğinde, nörolojik komplikasyon riskini engellemek adına tedaviye başlamadan önce eksikliğin kesin nedenini doğru bir şekilde tespit etmek büyük bir önem taşımaktadır. Anti-rezorptif ajanlara bağlı çene osteonekrozu gibi yıkıcı durumların yönetiminde ise tedavi, ağrının tamamen ortadan kaldırılmasına, ikincil enfeksiyonun kontrol altına alınmasına ve hastalığın daha fazla ilerlemesinin en aza indirilmesine odaklanmaktadır. Stevens-Johnson sendromu veya invaziv fungal enfeksiyonlar gibi ciddi ve potansiyel olarak hayatı tehdit eden acil durumlarda ise hızlı bir tanı konulması, ilgili uzmana derhal yönlendirilmesi ve agresif bir tedavi protokolünün hemen başlatılması mutlak bir zorunluluktur.

Bu konunun derinlemesine tıbbi analizine ve literatür kaynaklarına ulaşmak için abone olun.

Bu ve zengin eğitim konularını düzenli bir şekilde izlemek için size uygun abonelik sistemine kayıt olun.